MUNZAM ZARAR KONUSUNDA BİLİNMESİ GEREKENLER

MUNZAM ZARAR KONUSUNDA BİLİNMESİ GEREKENLER


Munzam zarar konusunda bilgi paylaşmadan önce borçlunun temerrütü konusuna kısaca değinmek faydalı olacaktır. Borçlunun temerrüdünün şartları TBK. m. 117’de düzenlenmiştir. Borçlunun temerrüdünün sonuçları genel sonuçlar ve özel sonuçlar olmak üzere ikiye ayrılır.

Borçlunun temerrüdünün genel sonuçları, aynen ifa yükümlülüğü, gecikme tazminatı (TBK.m. 118) ve beklenmedik halden (kazadan) sorumluluktur (TBK. m. 119)

Borçlunun temerrüdünün özel sonuçları ise para borçları ve karşılıklı borç yükleyen sözleşmeler bakımından ayrı ayrı ele alınabilir. Konu bakımından önem arz eden husus para borçlarında borçlunun temerrüdünün sonuçlarıdır. Para borçlarında, alacaklı, şartları bulunmak kaydıyla mütemerrit borçludan temerrüt faizini ve munzam (aşkın) zararının tazminini isteme hakkına sahiptir.

Temerrüt faizi, temerrüdün doğrudan doğruya kanundan kaynaklanan sonucudur. Bunun için, alacaklının zararı veya borçlunun kusuru aranmaz. Özetle borçlu temerrüt faizini ödemekten kurtulamaz.

Temerrüt faizi için tarafların anlaşması gerekmez; doğrudan doğruya kanundan doğar. Aksi kararlaştırılmadıkça, temerrüt faizi yıllık %9’dur. Ancak, sözleşmede temerrüt faizi kararlaştırılmamakla birlikte, akdi faiz oranı %9’dan yüksekse, temerrüt faizi oranı hakkında da akdi faiz oranı geçerlidir (KFTFK. m. 2/III). Meselâ, anapara faiz oranı %12 ise bu oran temerrüt faizinin de oranıdır. Diğer taraftan, taraflar, sözleşmede daha yüksek bir temerrüt faizini de kararlaştırabilirler. Ama, azamî temerrüt faizi oranı %18’dir (TBK. m. 120/II). Ticarî işlerde ise temerrüt faizi şu anda kural olarak %9’dur. Ancak, TBK. m. 120/II’deki %18’lik üst sınır burada uygulanmaz.

Temerrüt faizi, prensip itibarıyla borçlunun temerrüt tarihinden itibaren işlemeye başlar. Bununla beraber, açıkça temerrüt tarihinden itibaren istenmezse, temerrüt faizinin istendiği dava tarihi başlangıç tarihi olarak kabul edilir.

Temerrüt faizine temerrüt faizi yürütülemez (TBK. m. 121/III).

Temerrüt faizi, alacaklının maruz kaldığı zararın tamamını gidermeyebilir. Böyle bir durumda, şartları bulunmak kaydıyla, alacaklı munzam (aşkın/ek) zararının tazminini de isteyebilir.

GENEL OLARAK MUNZAM ZARAR KAVRAMI

Para borçlarında borçlunun temerrüdü sebebiyle alacaklının zarara uğraması oldukça muhtemeldir. Bunu bertaraf etmek üzere kanun koyucunun ilk başvurduğu yol temerrüt faizidir.

Götürü tazminat mahiyetindeki temerrüt faizi, alacaklının zararını tamamen karşılamaya yetmeyebilir; alacaklının zararı temerrüt faizinden fazla olabilir. Bu ihtimal göz önünde bulundurularak zararın temerrüt faizi ile karşılanamayan kısmının tazminini isteme yolu da bazı şartların varlığı aranmak suretiyle kanunda öngörülmüştür.

Şu halde, alacaklı şartları bulunmak kaydıyla munzam zararının tazminini de isteyebilir. İşte, alacaklının temerrüt faizini aşan zararına munzam zarar (aşkın zarar) denir.

Para borçlarında borçlunun temerrüdünün bir sonucu niteliğindeki munzam (aşkın) zarar TBK. m. 122’de düzenlenmiştir. Söz konusu hükmün ilk fıkrasına göre, “alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür”.

MUNZAM ZARAR TAZMİNİNİN ŞARTLARI

Alacaklı temerrüt faizini isteme hakkı bakımından avantajlı bir konuma sahip olduğu halde munzam zararı isteyebilmesi için bazı şartların bir araya gelmesi gerekmektedir. Alacaklı ancak aşağıda açıklanan şartların bir arada bulunması halinde borçludan munzam zararın tazminini isteyebilir.

A. Borçlunun Para Borcunun İfasında Temerrüdü

  • Munzam zararın tazmininin istenebilmesi için borcun bir para borcu olması gerekir. Zira, munzam zararın istenmesi her türlü borç bakımından değil, sadece para borçları için mümkündür.
  • Para borcunun kaynağı ise önemli değildir. Meselâ, sözleşme, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme veya vekâletsiz işgörmeden doğan para borcunda munzam zararın tazmini söz konusu olabilir.

B. Munzam Zarar

  • Munzam zararın tazmini için aranan şartlardan ikincisi zarardır. Nitekim, bu şart “temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa” ifadesi sayesinde TBK. m. 122/I hükmünde açıkça belirtilmektedir.
  • Munzam zararın menfi zarar olarak nitelendirilmesi isabetli olmaz. Doktrindeki ve uygulamadaki yerleşik görüş gereğince munzam zarar müspet zarar olarak nitelendirilir. Gerçekten de, borçludan tazmini istenebilecek munzam zarar, para borcunun zamanında ifa edilmemesinden kaynaklanan ve temerrüt faizi ile karşılanamayan eksilme şeklinde ortaya çıkar .
  • Munzam zarar çeşitli tarzda ortaya çıkabilir. Meselâ, alacağını zamanında tahsil edemeyen alacaklı şirket, üçüncü kişiye olan ve vadesi gelmiş borcunu ödemek için ihtiyacı olan krediyi (parayı) piyasadan %25 faizle sağlarsa durum böyledir. Bu takdirde, alacaklı, borçlunun kendisine ödediği %9’luk faizden daha yüksek bir faiz ödemek suretiyle ek bir zarara uğramış olur.
  • Bu noktada, Yargıtay ispat konusunda titiz davranmaktadır. Böyle bir durumda munzam zararın tazmini için, alacaklı geç ödeme yüzünden ekonomik sıkıntıya düştüğünü, bu sıkıntı sebebiyle piyasadan (bankadan) yüksek faizle kredi almak zorunda kaldığını ve bu krediyi dava konusu işte kullandığını ispatlamalıdır.
  • Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 08.07.1997 tarih, 1997/2727 E., 1997/4328 K. sayılı kararında aynen şu ifadeleri kullanmıştır: “Dairemizin yerleşmiş içtihatları ile belirlendiği gibi munzam zarara hükmedilebilmesi için davacının bu zarara uğradığını kanıtlaması gerekir. Davacının bankadan kredi almış olması ve buna faiz. vs. ödemede bulunması munzam zarara hükmedilmesine yeterli değildir.”
  • Alacaklı vaktinde ifa edilmeyen borç yüzünden kendi alacaklısına ceza koşulu ödemek zorunda da kalabilir. Bu durumu ispatlamak kaydıyla, ceza koşulunu yerine getiren alacaklı borçlusundan munzam zararının tazminini isteyeilir.

C. Uygun İlliyet Bağı

  • Munzam zararın tazmini için söz konusu zararla borçlunun temerrüdü arasında uygun illiyet bağının varlığı aranır. Buna göre, alacaklının temerrüt faizini aşan zararı ile borçlunun temerrüdü arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır.
  • Sorumluluk hukukunda uygun illiyet bağı teorisi benimsenmektedir. Aynı yaklaşım TBK. m. 122 hükmü bakımından da göz önünde bulundurulmalıdır. Buna göre, alacaklının uğradığı munzam zarar objektif bir şekilde genel hayat tecrübelerine ve olayların normal akışına göre borçlunun temerrüde düşmüş olmasının sonucu sayılabilirse borçlu aşkın zarardan sorumlu tutulur. Yani, borçlunun temerrüdü böyle bir zarara yol açmaya elverişli olmalıdır. Aksi takdirde, alacaklı munzam zararın tazminini isteyemez.
  • Genel esas, burada da geçerlidir. Bu itibarla, munzam zarar ile fiil arasındaki uygun illiyet bağının var olduğunu gösteren tüm olguları ispatlaması gereken taraf davacıdır. Dolayısıyla, alacaklı uygun illiyet bağının bulunduğunu ortaya koyan vakıaları ve bunların dayanağı olan delilleri mahkemeye sunmalıdır.

D.Kusur

  • Borçlunun temerrüde düşmesi veya temerrüt faizi ödemesi için kusur şart değildir. Buna karşılık munzam zararın tazmini temerrüdün kusura bağlı sonuçlarından biridir.
  • m. 122/I gereğince “borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe” faizi aşan zararı da tazmin etmekle yükümlüdür. Kusurun derecesi ise sorumluluğun doğması bakımından önemli değildir; borçlu her türlü kusurundan sorumludur.
  • m. 112 hükmüyle uyumlu olarak kanun koyucu TBK. m. 122 hükmünde de alacaklı yararına bir kusur karinesini kabul etmiştir. Buna göre, alacaklı borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir; borçlunun kusurlu olduğu varsayılmaktadır.
  • Borçlunun sorumluluktan kurtulması için kendisinin hiçbir kusurunun bulunmadığını ispatlaması gerekir.
  • Borçlu temerrüde düşmekte kusursuz olduğunu çeşitli şekillerde ispatlayabilir. Meselâ, alacaklıya zamanında ulaşacak şekilde gönderdiği paranın kendi kusurundan kaynaklanmayan bir sebeple geciktiğini ispatlayan borçlu munzam zararı tazmin yükümlülüğünden kurtulabilir. Aynı esas, alacağın varlığından haberdar olmadığını ve bunda bir kusurunun bulunmadığını ya da ödemeyi zamanında yapmamasının beklenilmeyen bir halden kaynaklandığını ispatlayan borçlu için de geçerlidir

MUNZAM ZARARIN İSPATI

A. Bilimsel Görüşler

  • Munzam zararın ispatı konusundaki en önemli mesele, borçlunun temerrüdü tarihinden borcun ödendiği tarihe kadar para değerindeki kaybın yasal temerrüt faizinden fazla olmasıdır. Çünkü munzam zarar, daha ziyade yüksek enflasyon ve devalüasyondan kaynaklanır.
  • Yüksek enflasyonun sebep olduğu para değerindeki düşmenin temerrüt faizinden fazla olması halinde, enflasyonun aşkın zarar olup olmadığı konusu doktrinde tartışmalıdır.
  • Bir görüşe göre, paranın alım gücünün azalması sebebiyle alacaklının uğradığı zarar munzam zarar olarak değerlendirilmelidir. Alacaklının temerrüdün gerçekleştiği tarihle ödemenin yapıldığı tarih arasında paranın alım gücünde azalma meydana geldiğini gösteren delilleri ibraz etmesi yeterlidir. Meselâ, resmî istatistikî veriler, yetkili makamlardan alınan raporlar gibi delillerin mahkemeye sunulması munzam zararın ispatı için yeterli sayılmalıdır.
  • Böylece, her ne kadar çoğu olayda aşkın zararın miktarı tam olarak tespit edilemese de hâkim olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirlemelidir (TBK. m. 50/II).
  • Buna karşılık, borçlu ödemeyi yapmış olsaydı dahi, alacaklının zarara uğrayacağını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir.
  • Özetlemek gerekirse, ilk görüş gereğince, munzam zararın âdeta soyut olarak ispatlanması tazminat istemi için yeterli sayılmaktadır.
  • Türk-İsviçre Hukuku’nda savunulan, Alman Hukuku’nda hâkim olan ve İsviçre Federal Mahkemesi tarafından benimsenen görüş gereğince, borçlunun temerrüdü esnasında enflasyon sebebiyle meydana gelen ve paranın alım gücünün azalması şeklinde ortaya çıkan değer kayıpların munzam zarar olarak değerlendirilmesi şartların bulunmasına bağlıdır. Yani, bu konuda alacaklı zararı somut olarak ispat külfeti altındadır. Bu itibarla, alacaklının munzam zararı isteyebilmesi için parayı zamanında elde etmiş olsaydı onu değer kaybından etkilenmeyecek biçimde değerlendirebileceğini ispatlaması gerekir. Alacaklı, her şeyden önce temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olduğunu ve bunun miktarını ispatlamalıdır. Başka bir deyişle, alacaklı zararının bu faizle karşılanamadığını ispat etmek zorundadır. Söz konusu ispat külfetini yerine getirirken alacaklı herhangi bir ispat kolaylığından veya fiilî karineden yararlanamaz. Alacaklı munzam zarara yönelik mevcut tüm somut delilleri ibraz etmelidir.

B. YARGI KARARLARI

1- Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi’nin Kararından Önceki İçtihadı

  • Anayasa Mahkemesi’nin 21/12/2017 tarihli ve 2014/2267 başvuru numaralı kararından önce Yargıtay’ın munzam zararın ispatına ilişkin iki farklı uygulaması mevcuttu. Bu itibarla, Yüksek Mahkeme daha önceki çoğu kararında munzam zararın somut olarak ispat edilmesi gerektiğini kabul etmiştir. Söz konusu kararlara göre, yüksek enflasyon, döviz kurundaki artış, piyasadaki faiz oranlarının yüksek olması alacaklıyı munzam zararın gerçekleştiğini ispat yükünden kurtarmaz.
  • Bazı kararlarda ise enflasyonist ortamda alacaklının parasının değerini sabit tutmasının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Başka bir deyişle, enflasyonist ortamda bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve girişimde bulunması, hiç olmazsa vadeli mevduat veya kurları devamlı yükselen döviz yatırımlarında değerlendirmesi olayların normal akışına ve hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmelidir. Dolayısıyla, bu karinenin aksini, yani kusursuzluğunu ve sorumsuzluğunu ispat yükü borçluya düşer.

2-Anayasa Mahkemesi’nin Kararı

  • Yargıtay’ın çelişkili içtihatları bakımından kırılma noktasının Anayasa Mahkemesi’nin 21/12/2017 tarihli ve 2014/2267 başvuru numaralı kararına konu uyuşmazlık olduğu söylenebilir.(EK:1)
  • Karara konu olayda başvurucu A… İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) arasında 09.05.1977 tarihinde baraj yapım inşaatı sözleşmesi düzenlenmiş ve bu sözleşme gereğince başvurucu şirket tarafından inşaatın yapımına başlanmıştır. Ancak, 09.06.1988 tarihinde başvurucu ve DSİ tarafından bu işin tasfiyesi kararlaştırılmıştır. Tasfiye sonucunda DSİ, başvurucunun bu sürede yaptığı işler için kesin bir hesap çıkarmış; ancak başvurucu bu kesin hesaba itiraz ederek 10.10.1990 tarihinde alacak davası açmıştır. Yapılan yargılama sonucunda 19.04.2002 tarihinde başvurucunun 62.969,69 TL alacağı olduğuna hükmedilmiş ve bu hüküm Yargıtay tarafından düzeltilip onanarak 06.06.2002 tarihinde kesinleşmiştir. Söz konusu alacak 23.09.2002 tarihinde başvurucu tarafa ödenmiştir. Başvuru konusu olayda ise başvurucu, söz konusu mahkeme kararıyla hükmedilen alacağının mülk teşkil ettiğini ve bu alacağın ise davanın açıldığı 1990 yılından ödemenin yapıldığı 2002 yılına kadar devam eden dönemdeki yüksek enflasyon sebebiyle değer kaybına uğradığını belirterek mülkiyet hakkının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.
  • Anayasa Mahkemesi somut olaya ilişkin kararını, “81. Sonuç olarak başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiği kanaatine varılmıştır. Bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu değerlendirilmiştir. 82. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlâl edildiğinekarar verilmesi gerekir…” şeklinde gerekçelendirmiştir.
  • Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda açıklanan kararının bundan sonraki başvurularda emsal teşkil edeceği şüphesizdir. Dolayısıyla, munzam zararın tazmini için açılan davaların reddedilerek kesinleşmesi üzerine bunun gibi birçok dosyada Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunulacağı değerlendirilmektedir.
  • Munzam zarara ilişkin mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine yönelik Anayasa Mahkemesi’nin 18.01.2022 tarih ve 2019/28945 başvuru numaralı kararı da mevcuttur.(EK.2) Ancak, bu karara göre, “hukuk sisteminde mevcut idari ve yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunulduğu ifade edilmiştir.

3- Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi’nin Kararından Sonraki İçtihadı

  • Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda açıklanan ilk kararına rağmen Yargıtay’ın daha sonraki güncel bazı içtihatlarında hâlen zararın somut olarak ispatını aradığı görülmektedir. Yargıtay’ın bu yöndeki kararlarında faiz oranını aşan enflasyonun varlığı tek başına zarar olarak kabul edilmemekte ve daha somut unsurlar aranmaktadır.
  • Gerçekten de, karşı oy yazısında Anayasa Mahkemesi’nin yukarıdaki kararına atıfta bulunulmuş olmasına rağmen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun güncel bir içtihadına göre, yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış veya serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz.
  • Doktrindeki hâkim görüşle örtüşen bazı kararları bulunmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin kararının Yargıtay içtihatlarını giderek daha fazla etkilediği söylenebilir. Gerçekten de, Yargıtay’ın burada soyut ispatı yeterli sayan yaklaşımının giderek daha fazla daire tarafından benimsendiği görülmektedir. Nitekim, Yargıtay’ın bazı dairelerinin görüşünün değişmesinde Anayasa Mahkemesi’nin kararının etkili olduğu hususu kimi kararlarda açıkça belirtilmektedir.
  • Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 6.12.2018 tarihli ve E. 2018/3765 K. 2018/4907 sayılı kararında: “Dairemizce uzun yıllar munzam zararın varlığını davacı alacaklının somut delillerle kanıtlamak zorunda olduğu kabul edilip uygulanmış olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 Sayılı başvuru numaralı kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı göz önünde tutu- larak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.”(EK:3) Benzer yönde Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 25.4.2018 tarihli ve E. 2017/2736 K. 2018/1742 sayılı kararı ile Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 28.11.2018 tarihli ve E. 2018/3499 K. 2018/4739 sayılı kararı bulunmaktadır.
  • Söz konusu kararlar gereğince, gecikme halinde temerrüt faizi ile karşılanamayan zarar karine olarak var kabul edilmeli ve söz konusu fiilî karinenin aksini ispat külfeti borçluya ait olmalıdır. Borçlu bu külfeti yerine getiremediği takdirde ise munzam zararı tazmin etmek zorundadır.
  • Yargıtay’ın soyut ispatı yeterli sayan içtihatlarında munzam zararın hesaplanmasında bazı verileri ölçüt olarak benimsediği söylenebilir. Söz konusu içtihat gereğince, “öncelikle temerrüt tarihleri ile tahsil tarihlerindeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları, bankalardan mevduat faiz oranları, döviz kurları, devlet tahvil faiz oranları, işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili bilgiler resmî kurumlardan sorulup tespit edildikten sonra tahsiline karar verilen alacağın tahsil edilip temerrüt tarihi itibariyle bu yatırım araçlarından oluşacak sepete yatırılması halinde tahsil tarihlerinde ulaşabileceği miktar ile bulunacak bu miktardan davada kabul edilen alacağın tahsil tarihinde ulaştığı miktar hesaplattırılıp faizle karşılanmayan zarar ve miktarı konusunda yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulundan gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınıp sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekir.
  • Yargıtay’ın enflasyonun munzam zarara fiilî karine oluşturmasına yönelik olarak yararlandığı yasal dayanaklardan biri de HMK. m. 187/II hükmüdür. Buna göre, herkesçe bilinen (maruf ve meşhur olan) vakıalar çekişmeli sayılmaz. Buradan hareketle, enflasyonist ekonominin olumsuz etki ve sonuçlarının da bilinen vakıalar olduğu ve bunların ispatlanmasının gerekmediği ileri sürülmektedir. Sonuçta, alacaklının zararını ispatladığı karine olarak kabul edilmektedir.
  • Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.6.2002 tarihli ve E. 2001/13-569 K. 2002/534 sayılı kararına göre: “Hal böyle olunca, enflasyonist ekonominin olumsuz etki ve sonuçları kamuca az veya çok herkesin bildiği, en önemlisi gerekli olduğu takdirde bilinebilmesinin kolayca gerçekleştirilebileceği ve mahkemelerin de bilgisi altında olan vakıalar olarak kabulü gerekir. Yasal deyimi ile “maruf ve meşhur” vakıalardır ve bunların ispatına gerek yoktur (HUMK. m. 238/2). Bunların yanında, 20.10.1989 T. K.3 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında “para her zaman kullanılması mümkün ve temettü getiren bir meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın vücudu muhakkaktır” şeklindeki kabulde az yukarda açıklanan hukuki tespit ve bulguları doğrulamaktadır. Şu durum karşısında, alacaklının davasında dayandığı maddi olgulara uygulanması zorunlu görülen HUMK. m. 238/2 ve MK. m. 7 anlamında belirlenen delillerle alacaklı zararının kanıtlandığına ilişkin karinenin vücut bulduğu ve böylece davacının zararını ispat yükümünü ifa ettiği açıktır…” (EK:4) Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20.9.2018 tarihli ve E. 2016/12086 K. 2018/5488 sayılı kararı, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 3.5.2010 tarihli ve E. 2009/14780 K. 2010/6034 sayılı kararı.

EKLER:

Anayasa Mahkemesinin 21.12.2017 tarih, 2014/2267 başvuru numaralı kararı
Anayasa Mahkemesinin 18.01.2022 tarih, 2019/28945 başvuru numaralı kararı
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 2018/4907 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.6.2002 tarih, 2002/534 K. sayılı kararı