HGK., E. 2016/9 K. 2020/792 T. 20.10.2020
İzmir 5. İş Mahkemesi – Hukuk Genel Kurulu
Esas No. : 2016/9
Karar No. : 2020/792
Karar tarihi. : 20.10.2020
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
DAVACI : K1vekili Av. K2
DAVALI : X1 Sitesi Yöneticiliği (K3)vekili Av. K4
1-Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 5. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2-Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3-Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4-Davacı vekili 28.02.2013 harç tarihli dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 15.08.2011 tarihinden iş sözleşmesinin kat malikleri kurulu tarafından feshedildiği 02.01.2013 tarihine kadar aylık net 850,00TL ücret ile kapıcı olarak çalıştığını, davalı tarafından 21.02.2013 tarihinde yapılan ödemenin alacaklarını karşılamadığını belirterek, kıdem ve ihbar tazminatları ile ücret, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil, yıllık izin ücreti alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5-Davalı vekili 21.03.2013 havale tarihli cevap dilekçesinde; davacının tüm iddialarının yerinde olmadığını, asgari ücret ile çalıştığını, alacaklarının ödendiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6-İzmir 5. İş Mahkemesinin 25.12.2013 tarihli ve 2013/140 E., 2013/819 K. sayılı kararı ile; davalı işverenin haklı fesih iddiasını ispatlayamadığı gibi kıdem tazminatı ödemek suretiyle iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiğini zımni olarak kabul ettiği, bu nedenle davacının ihbar ve kıdem tazminatlarına hak kazandığı, davalı işveren tarafından 21.02.2013 tarihinde açıklama yapılmaksızın ödenen 2.136,78TL’nin öncelikle ücret alacağından fazla kısmının ise sırasıyla kıdem ve ihbar tazminatlarından mahsubu gerektiği, davacı tarafın talebi doğrultusunda 100,00TL’lik ücret alacağı mahsup edildiğinden ücret alacağının bulunmadığı, davacının fazla çalışma, hafta tatili, dini ve milli bayramlar ile diğer genel tatillerde çalışma iddialarını ispatlayamadığı, bu taleplerinin yerinde görülmediği gerekçesiyle fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak suretiyle taleple bağlı kalınarak ihbar tazminatı ve yıllık izin ücreti alacakları yönünden davanın kabulüne, kıdem tazminatı, ücret, hafta tatili ücreti, fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağı taleplerinin ise reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7-İzmir 5. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8-Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin 30.04.2015 tarihli ve 2015/4638 E., 2015/7751 K. sayılı kararı ile; davacının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, “…2-Davacı, iş sözleşmesinin kat maliklerinin aldığı karara istinaden işverence fesih edildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin, fazla çalışma,genel tatil alacakları ile bakiye kalan ücret alacağının tahsilini istemiştir.
Davalı, davacının herhangi bir alacağı olmadığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalı tarafından yapılan ödemenin mahsubu ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Taraflar arasında davacının davalıdan ne kadar ücret alacağı bulunduğu konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
4857 sayılı İş Kanununun 37 nci maddesine göre, işçiye ücretin elden ya da banka kanalıyla ödenmesi durumunda, ücret hesabını gösteren imzalı ve işyerinin özel işaretini taşıyan “ücret hesap pusulası” verilmesi zorunludur.
Uygulamada çoğunlukla “ücret bordrosu” adı altında belgeler düzenlenmekte ve periyodik ödemelerde işçinin imzası alınmaktadır. Banka aracılığı ile yapılan ödemelerde banka kayıtları da ödemeyi gösteren belge niteliğindedir.
Ücretin ödendiğinin ispatı işverene aittir. Bu konuda işçinin imzasını taşıyan bir ödeme belgesi yeterli ise de, para borcu olan ücretin ödendiğinin tanıkla ispatı mümkün değildir.
4857 sayılı Yasanın 32 nci maddesinde, “Çalıştırılan işçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakının özel olarak açılan banka hesabına yatırılmak suretiyle ödenmesi hususunda; tabi olduğu vergi mükellefiyeti türü, işletme büyüklüğü, çalıştırdığı işçi sayısı, işyerinin bulunduğu il ve benzeri gibi unsurları dikkate alarak işverenleri veya üçüncü kişileri zorunlu tutmaya, banka hesabına yatırılacak ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakının, brüt ya da kanunî kesintiler düşüldükten sonra kalan net miktar üzerinden olup olmayacağını belirlemeye Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanlığı müştereken yetkilidir. Çalıştırdığı işçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişiler, işçilerinin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaklarını özel olarak açılan banka hesapları dışında ödeyemezler” şeklinde kurala yer verilmiştir. Anılan hükme göre, belli koşulların varlığı halinde ödemeler işçi adına açılacak banka hesabına yatırılmalıdır.
Somut olayda; davacı dava dilekçesinde yargılama sonucu tespit edilecek ücret alacağına mahsuben 100,00 TL istemiştir.Davalı işveren ise ücret alacaklarının ödendiğini savunmuş ancak ödeme belgesi ibraz etmemiştir. Öncelikle davacı isticvap edilerek ücret alacağı açıklattırmalı, hangi aya ilişkin ücreti almadığı sorulmalı, davacının almadığını iddia ettiği veya eksik aldığını iddia ettiği aylara ilişkin davalıdan ödeme belgeleri istenilmeli ve tüm bu deliller toplandıktan sonra davacının ücret alacağı olup olmadığı; varsa miktarı belirlenerek, fesihten sonra yapılan ödeme bu miktardan mahsup edilmelidir. Davacının ücret alacağının miktarının tespiti talebi dikkate alınmadan yapılan ödemeden sadece talep ettiği miktarın mahsup edilerek sonuca gidilmesi doğru olmamıştır.
3-Taraflar arasında davacının tazminata esas ücretinin hesaplanması konusunda da uyuşmazlık bulunmaktadır.Davacı kapıcı olarak çalışmış olup kendisine kapıcı konutunun tahsis edildiği dosya içinden sabittir.Giydirilmiş brüt ücrete esas ücretin belirlenmesinde emsal rayiç kira bedelini belirlenerek ücrete eklenmesi gerekirken Kamu Sosyal Tesislerine İlişkin Tebliğ hükümlerine göre belirlenen azami bedelin eklenerek hesaplanması hatalıdır.
O halde davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.…” gerekçeleriyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9-İzmir 5. İş Mahkemesinin 23.12.2015 tarihli ve 2015/588 E., 2015/665 K. sayılı kararı ile; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 25, 26, 29 ve 30. maddelerinde yer alan düzenlemeler doğrultusunda taraflarca hazırlanma ilkesi gereğince yürütülen dava ile ilgili tarafların sunduğu tüm delillerin toplanarak taleplerin değerlendirildiği, hakimin ancak davaya aydınlatma ödevi kapsamında tarafların sundukları delillerle sınırlı olarak inceleme yapacağı, tarafların talep etmedikleri hususlarda resen araştırma yapılmasının, taraflarca getirilme ilkesine aykırı olacağı, ancak tarafların iddia ve savunmalarının kendi içerisinde çelişkili olması ve taleplerinin somutlaştırılması yönünde resen müdahalede bulunularak çelişkinin giderilmesi ve taleplerin somutlaştırılmasının istenebileceği, somut olayda davacının ücret alacağına mahsuben 100,00TL talep ettiği, hangi aya ilişkin ücretlerin ne kadarlık kısmının ödenmediği yönünde herhangi bir açıklama yapmadığı, işçi alacaklarına yönelik açılan davaların dava yığılması şeklinde açıldığı, alacak nevine göre tarafların ayrıntılı olarak taleplerini somutlaştırmadıkları, görülmekte olan dava bakımından da yıllık izin ücreti talebinde bulunulmasına rağmen hak edilen yıllık izin süresi, kullanılan ve kullanılamayan yıllık izin süresine ilişkin bilgilerin verilmediği, yine kıdem ve ihbar tazminatları yönünden ücret ve giydirilmiş ücretin detayıyla belirtilmediği, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücretleriyle ilgili taleplerin de somutlaştırılmadığı, diğer alacak kalemleri yönünden de aynı eksiklik bulunmasına rağmen bunların bozma sebebi yapılmadığı, davacının ücret alacağı ile ilgili talebini somutlaştırmamasının ancak kendi aleyhine değerlendirilebileceği, sonradan isticvap adı altında iddiasını genişletilmesinin söz konusu olamayacağı, ücret alacağının sınırlarının belirlenmemesi nedeni ile ancak talep ettiği kadar alacağının bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği, aksi halde tüm iş davaları yönünden somutlaştırma yükümlülüğünün yerine getirilmediği gerekçesiyle davacı tarafa isticvap suretiyle iddiasını genişletme fırsatı verileceği ya da somutlaştırma yapılmaması nedeni ile davanın usulden reddedilmesi gerekeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10-Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
UYUŞMAZLIK
11-Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacının ücret alacağı talebine ilişkin olarak isticvap edilerek ücret alacağının açıklattırılmasının ve bu hususta davalıdan ödeme belgeleri de sorularak delillerin toplanmasının taraflarca getirilme ilkesine aykırı olup olmadığı ile davacının somutlaştırma yükümlülüğüne aykırı davranıp davranmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12-Kural olarak herkes iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. Kendisine ispat yükü düşen taraf iddiasını ispat edemezse, kendisine ispat yükü düşmeyen diğer tarafın onun iddiasının aksini ispat etmesine gerek yoktur; o olgu ispat edilmemiş sayılır.
13-Taraflarca getirilme (hazırlama) ilkesinin uygulandığı davalarda deliller kural olarak taraflarca gösterilir; hâkim delillere kendiliğinden başvuramaz. Buna karşılık kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda, hâkim davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da duruşma bitinceye kadar delil gösterebilirler. Dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında hâkimin de görevli olmasına kendiliğinden araştırma ilkesi denir. Bu ilke kamu düzenini ilgilendiren çekişmeli davalarda ve çekişmesiz yargı işlerinde önem gösterir.
14-Dava malzemesinin taraflarca getirilmesi ilkesi, dava malzemelerinin mahkemeye kimin tarafından getirileceğiyle ilgili bir ilkedir. Buna göre, hâkim kendiliğinden taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, hükmüne esas alamaz. Mahkeme sadece tarafların getirdiği vakıalara göre talep sonucunu inceleyip karar verir.
15-Taraflarca getirilme ilkesi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun/HMK) 25. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir:
“ (1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.
(2) Kanunda belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.”
16-Bu ilkenin bir sonucu olarak mahkeme, sadece taraflarca ileri sürülen vakıaları inceleyebilir. Buna kural olarak deliller de dâhildir (HMK m. 25/2). Hâkim, olayın aydınlatılması için taraflardan delil ikamesini isteyebilir ancak tarafa belli bir delili hatırlatamaz.
17-Mahkemenin hüküm vermesi için kendisine yöneltilen talebin formüle edilmesi ve ileri sürülmesi tarafların görevi ise de, bunları anlamlandırmak veya gerektiğinde açıklattırmak hâkimin görevidir. Ancak bu durum, hâkimin tarafların ileri sürmediği vakıaları ileri sürmelerine imkân vermesi veya hatırlatması anlamını taşımaz. Burada mevcut olmayanın, talep edilmeyenin ortaya çıkartılması değil, talep edilenin netleştirilmesi, aydınlatılması, belirlenmesi söz konusudur.
18- Taraflarca getirilme ilkesi, hâkimin soru sorma ve davayı aydınlatma ödevi (HMK m. 31) çerçevesinde yumuşatılmıştır (Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M.:Medeni Usul Hukuku, 2011, 11.Bası, s. 248 vd).
19-Diğer taraftan 6100 sayılı HMK’nın “Hâkimin davayı aydınlatma görevi” başlıklı 31. maddesine göre; “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.”
20- Hâkimin davayı aydınlatma ödevi olarak ifade edilen bu düzenleme ile doğru hüküm verebilmesi ve maddi gerçeğin bulunabilmesi amaçlanmıştır. Düzenlemede her ne kadar “açıklama yaptırabilir” denilmişse de, bunun, hâkimin davayı aydınlatması için bir “ödev” olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü davayı aydınlatma ödevi sayesinde hâkim, iddia ve savunmanın doğru ve tam olarak anlaşılmasını sağlayacak ve bu şekilde doğru olmayan bir kararın verilmesini önleyecektir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 248 vd).
21-Görüldüğü üzere, hâkimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31. maddede, hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir.
22-Uyuşmazlığın çözümü için somutlaştırma yükünden de bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
23-6100 sayılı HMK’nın konuya ilişkin ve “Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi”başlıklı 194. maddesi uyarınca;,
“(1) Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.
(2) Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.”
24-Anılan maddenin gerekçesinde, maddenin amacının, bir yandan ispatın genel hükümleri çerçevesinde temel bir kavrama yer vermek iken, diğer yandan da uygulamada genel geçer ifadelerle somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne geçmek olduğu belirtilmiştir. Gerekçenin devamında “…Bir davada, ispat faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit ederek yargılama yapabilmesi, karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı kendini savunabilmesi için, iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekir. Genel geçer ifadelerle, somut bir şekilde ortaya koymadan iddia veya savunma amacıyla vakıaların ileri sürülmesi durumunda, yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi mümkün olmayacağı gibi, vakıaların anlaşılması için ayrıca bir araştırma yapılması ve zaman kaybedilmesi söz konusu olacaktır. Taraflar, haklarını dayandırdıkları hukuk kuralının aradığı koşul vakıalara uygun, somut vakıaları açıkça ortaya koymalıdırlar. Bu vakıaların somut olarak ileri sürülmesi, ilgili taraf için bir yüktür; bu yükü yerine getirmeyen sonuçlarına katlanacaktır…” şeklindeki ifadelere yer verilerek somutlaştırma yükünün anlam ve önemi vurgulanmıştır.
25-Diğer taraftan, 6100 sayılı HMK’nın “Dava dilekçesinin içeriği”başlıklı 119/1-e fıkrası uyarınca, davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerinin dava dilekçesinde yer alması zorunludur. Bununla birlikte, vakıaların açık ve somut olarak gösterilmesi yeterli görülmemiş; aynı maddenin “f” fıkrasında yer alan hükmünde ayrıca, açık ve somut olarak gösterilmesi gereken her bir vakıanın hangi delille ispat edileceğinin de belirtilmesi aranmıştır. Keza, bu durum, yukarıda açıklanan 194. maddenin ikinci fıkrasının da tereddüt uyandırmayacak derecede açık hükmünün bir gereğidir.
26-Davacının dilekçesinde talebine dayanak yaptığı bazı iddialar (vakıalar) olmakla birlikte, bunlar somut ve açık değilse, somutlaştırma yükünün yerine getirilmemesinden söz edilmelidir. Somutlaştırma yükü yerine getirilmeden karşı tarafın sağlıklı bir savunma yapması ve sağlıklı bir hüküm verilmesi mümkün değildir. Çünkü karşı tarafın hukukî dinlenilme hakkının gereği olarak açıklama ve ispat hakkını kullanabilmesi için öncelikle kendisine yöneltilen iddialar hakkında tam olarak bilgilenmesi zorunludur (HMK m. 27). Keza, hükümde yer alması gereken unsurların belirtildiği 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi gereğince, tarafların iddia ve savunmalarının, uyuşmazlık noktalarının, hükmün dayandığı ve sabit görülen vakıaların gerekçeli kararda tam olarak gösterilmesi gerekmektedir (HMK m. 297/1-c). Somut vakıalar ortaya konulmadan, hâkimin sağlıklı bir yargılama gerçekleştirmesi ve hüküm kurması da mümkün değildir.
27-Öte yandan, davanın dayanağı olan vakıaların soyut olarak gösterilmesi yetmez, bu vakıaların ispata elverişli şekilde zaman, mekan ve içerik olarak somutlaştırılması zorunludur. Somutlaştırmak, bir iddiayı, zaman, mekân, kişi, oluş şekli gibi unsurlarıyla algılamaya, anlamaya, tartışmaya ve ispata elverişli şekilde ortaya koymaktır. Vakıaların somutlaştırılmasından sonra karşı tarafça cevap verilebilir, mahkemece bir vakıa tam olarak algılanabilir, ispat faaliyeti yürütülebilir ve bu suretle vakıa hakkında karar verilebilir.
28-Soyut ve genel ifadelerle iddiada bulunmak, talepte bulunanın dahi bilmediği, somut olarak ileri sürmediği belirsiz bir olguya ilişkin karşı tarafın cevap vermesi ve bu belirsiz olgudan mahkemenin sonuç çıkarmasını beklemek anlamına gelir ki, bu durum hukuk kuralları bir yana mantık kurallarıyla da bağdaşan bir durum değildir. Yargıtay’ın yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere, dava malzemesini getirmek tarafların, hukuku uygulamak mahkemenin işidir. Taraflar dava malzemesini eksik değil, tam olarak getirmek durumundadırlar. Unutmamak gerekir ki, alacağın miktarının tam olarak tespit edilemediği belirsiz alacak davasında dahi hukuki ilişkinin belirtilmesi zorunludur (HMK m. 107). Zira kişi, belirsiz ve bilinmeyen bir hukukî ilişki ve vakıadan hareketle bir talepte bulunamaz.
29-Somutlaştırma yüküne riayet edilmemesi özellikle hâkimin davayı aydınlatma ödevi (HMK m. 31) ile ön inceleme hükümleri (HMK m. 320, 137, 140) dikkate alınmalıdır. Yukarıda da değinildiği üzere “maddi ve hukuk açıdan belirsiz yahut çelişkili”hususlarda hâkim davayı aydınlatmak durumundadır. Somut olmayan vakıalarda, maddi ve hukuki belirsizlik mevcut olduğundan bu belirsizliğin giderilmesi gerekir. Özellikle 6100 sayılı HMK’nın 137, 140 ve 320. maddelerinde yer alan hükümler gereğince, bu belirsizliğin hâkim tarafından giderilmesi gerekir. Çünkü ön incelemede tarafların iddia ve savunmalarının tespit edilmesi, anlaştıkları ve anlaşamadıkları noktaların tek tek belirlenmesi gerekli ve zorunlu olup, bu aynı zamanda hâkimin ödevidir. Bu çerçevede hâkimin ön incelemede mutlaka somutlaştırmayı sağlaması gerekir. Bu sebeple, sadece tarafların dilekçelerini tekrar ettikleri yönündeki beyanların tutanağa geçirilmesi veya soyut ifadelerle tespit yapılması yeterli değildir. Bu, mahkemenin yargılamayı yürütmesi bakımından sağlıklı olmayacağı ve Kanuna aykırı olacağı gibi, Yargıtay denetimine elverişli bir durum da oluşturmayacaktır.
30-Eğer somutlaştırma yükü, hâkimin davayı aydınlatma ödevi ve ön incelemedeki görevine rağmen, davacı tarafından yerine getirilmemişse, o zaman bu yüke bağlanan yaptırım ortaya çıkacaktır. Somutlaştırma yükünü yerine getirmemenin yaptırımı, ispat yükünü yerine getirmemektir. Bu ise, aslında vakıanın ispata elverişli kabul edilememesi ve bunun sonucu olarak da belirsizlik rizikosuna katlanma şeklinde gerçekleşecektir. Böyle bir durumda, somutlaştırma yükü ve dolayısıyla ispat yükü yerine getirilmediğinden ispat edilemeyen davanın reddi sonucu doğacaktır ki, bu halde dava esastan reddedildiğinden işin esası bakımından kesin hüküm ortaya çıkacaktır.
31-Sonuç olarak 6100 sayılı HMK’nın 119/1-e fıkrası ve 194. maddesi gereğince dava dilekçesinde somutlaştırma yükünün yerine getirilmemiş olması hâlinde, davayı aydınlatma ödevi ve ön incelemedeki görevi gereği hâkim, soyut ve belirsiz hususların somutlaştırılmasını (yeni bir vakıa ileri sürülmeden, sadece mevcut vakıa çerçevesinde) davacıdan istemeli, bu eksiklik tamamlanırsa yargılamaya devam edilerek karar verilmeli, bu eksiklik tamamlanmaz, somutlaştırma gerçekleşmezse, ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.
32-Gelinen noktada kısaca isticvap konusunda da açıklama yapmak gerekmektedir.
33-Tarafların hâkim tarafından dinlenilmesinin teknik anlamda bir isticvap olmadığını belirtmek gerekir. İsticvap, bir tarafın ancak 6100 sayılı HMK’nın 169 ilâ 175. maddeleri gereğince dinlenilmesi hâlinde söz konusu olur. Belirtilen usul haricinde tarafların hâkim tarafından dinlenilmesi, teknik anlamda bir isticvap değil, sadece tarafların dinlenilmesidir (HMK m. 140, 144).
34- Tarafların sadece dinlenilmesi ile isticvabı arasında önemli nitelik farkları vardır. Taraf çağrıldığı oturuma gelerek sorulanlara cevap verirse, sonuç bakımından hangi usule göre çağrılmış olduğunun bir önemi yoktur. Buna karşılık, taraf çağrıldığı oturuma gelmezse, o zaman 6100 sayılı HMK’nın 171. maddesindeki yaptırımın (ikrar etmiş sayılma yaptırımının) uygulanabilmesi için, tarafın l69-175. maddelerine göre isticvap için çağrılmış olması gerekir.
35-İsticvabın konusu, dava ile ilgili belli (davanın temelini oluşturan) vakıalar ve onunla ilişkisi bulunan hususlardır (HMK m. 169/2). İsticvap, isticvap edilecek tarafı bir ikrarda (HMK. m. 188) bulunmaya götürebileceğinden ve tarafın gelmemesi hâlinde taraf isticvap konusu vakıayı ikrar etmiş sayılacağından (HMK. m. 171), bir taraf, ancak kendi aleyhine olan vakıalar hakkında isticvap edilebilir, yoksa kendi lehine olan vakıalar için isticvap edilemez. Bir taraf, kendi lehine olan vakıalar hakkında ancak l44. maddeye (veya m. 31’e) göre dinlenebilir (Arslan, R./Yılmaz, E./Taşpınar Ayvaz, S./Hanağası, E.:Medenî Usul Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2018, s. 372).
36-Somut olayda, dava dilekçesinde, ücret alacağı “maaş alacağına mahsuben 100,00 TL”olarak talep edilmiştir. Dava dilekçesi, ödenmeyen ücret alacağına ilişkin soyut ve genel anlatımlar içermekte olup, hangi ay ve yıla ait, ne kadar ücret alacağının ödenmediği belirtilmemiştir. Bu anlamda olmak üzere, ücret alacağı bakımından dava dilekçesinde somutlaştırma yükümlülüğünün yerine getirilmediği anlaşıldığından, ücret alacağı talebini yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan ilkeler doğrultusunda somutlaştırması için mahkemece davacı tarafa uygun bir kesin süre verilmesi ve bu suretle yargılamaya devam edilmesi gerekmektedir.
37-Diğer taraftan, yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere, bir taraf ancak kendi aleyhine olan vakıalar hakkında isticvap edilebileceğinden; bir başka deyişle kendi lehine olan vakıalar için isticvabı mümkün olmadığından, Özel Daire bozma kararında davacı tarafın isticvap edilmesi gerektiğine dair tespit isabetli değildir.
38-Ayrıca, her ne kadar Özel Daire bozma kararında davalıdan ödeme belgelerinin istenilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, bu husus da 6100 sayılı HMK’nın 25. maddesinde düzenlenen “taraflarca getirilme ilkesine”aykırıdır.
39-Hâl böyle olunca direnme kararının, yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenler ile bozulması gerekmiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 20.10.2020 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.