Kötü Niyet İddiası Def’i Değil İtiraz Olup İddia ve Müdafaanın Genişletilmesi Yasağına Tabi Olmaksızın Davanın Her Aşamasında İleri Sürülebilir

Kötü Niyet İddiası Def’i Değil İtiraz Olup İddia ve Müdafaanın Genişletilmesi Yasağına Tabi Olmaksızın Davanın Her Aşamasında İleri Sürülebilir


Örnek Dava & Karar Description

Y1HD

Esas : 2020/1034

Karar : 2021/2648

Tarih : 28.04.2021

TAPU İPTALİ VE TESCİL – Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ KARARI: MAHKEMESİ : …BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ

DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinaf başvurusu…Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1. maddesi uyarınca esastan reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, engelli olduğunu, engelli bakım ücreti alabilmek için adına kayıtlı taşınmazın bulunmaması gerektiğinden 8 parça taşınmazını vekil kıldığı davalı gelini … aracılığıyla oğlu olan davalı …’e aralarında imzaladıkları 10.03.2013 tarihli protokol gereğince satış suretiyle temlik ettiğini, …’in de bu taşınmazlardan 248, 104 ada 312 ve 119 ada 8 parsel sayılı taşınmazları eşi olan diğer davalı …’ya devrettiğini, davalıların boşandıklarını, taşınmazların davalı …’ya devredildiğini boşanma ile öğrendiğini, engelli bakım ücreti bağlanmış ise de daha sonra şartları taşımadığı gerekçesiyle ödenen ücretlerin iadesinin istendiğini, davalı …’nın işlemleri bilen kişi olduğunu ileri sürerek tapu iptali ve tescil istemiştir.

Davalı …, davayı kabul ettiğini, dava dilekçesinde yazılı tüm hususların doğru olduğunu beyan etmiştir.

Davalı …, iddiaların gerçeği yansıtmadığını, davanın haksız ve yersiz olduğunu, diğer davalı ile aralarında imzaladıkları boşanma protokolünün mahkemece onaylandığını belirtip davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesince, davacının inançlı işlem iddiasını yazılı delille kanıtlayamadığı, yemin deliline de dayanılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinaf başvurusu, …Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1. maddesi uyarınca esastan reddedilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacının, 11.03.2013 tarihli vekaletname ile vekil kıldığı davalı … aracılığıyla 189, 444, 622, 581 ve 108 ada 29 parsel sayılı taşınmazları ile 248, 582 ve 104 ada 312 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarının tamamı olmak üzere toplam 8 parça taşınmazını 12.03.2013 tarihinde oğlu olan davalı …’e satış suretiyle temlik ettiği, …’in de bu taşınmazlardan çekişme konusu olan 189, 248 ve 104 ada 312 parsel sayılı taşınmazları 30.09.2015 tarihinde eşi olan diğer davalı …’ya devrettiği, 08.08.1994 tarihinde evlenen davalıların 08.02.2017 tarihinde anlaşmalı olarak boşandıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların yazılı delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, yazılı delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.

Öte yandan; hukukumuzda diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlama düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun(TMK) 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988. ve 989. maddelerinin ve tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.

Öte yandan, bir Devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise, bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK’nın 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasında “Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.

Ancak, tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden, iktisapta bulunan kişinin iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten, bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse, diğer yanda ise kendisi için maddi hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta şeklen iyi niyetli gözükeni değil gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

Nitekim bu görüşten hareketle, “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.

Somut olayda, davacı tarafından inançlı işlemin yazılı delili olduğu bildirilen 10.03.2013 tarihli belge verilen kesin süre içerisinde sunulmaması nedeniyle 6100 sayılı HMK’nın 140/5. maddesi gereğince delil olarak kabul edilmese de inançlı işlemin tarafı olan ilk el …, 05.10.2017 tarihinde yapılan ön inceleme duruşmasında dava dilekçesinde belirtilen tüm hususların doğru olduğunu belirterek davayı kabul beyanında bulunmuştur. Kayıt maliki olmayan davalı …’in kabul beyanı davayı sona erdirecek nitelikte değil ise de, inançlı işlemin varlığına ilişkin açık ikrar bulunduğuna göre bunun ayrıca yazılı delille ispatı istenemez.

Öte yandan, davalı …, diğer davalı …’in boşandığı eşi olduğu için durumu bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda bulunduğundan TMK’nın 1023. hukuki koruyuculuğundan yararlanamaz.

Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

Davacının yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1 maddesi uyarınca Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, ilk derece mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6100 HMK’nın 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Mersin 6. Asliye Hukuk Mahkemesine, kararın bir örneğinin Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28/04/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

PDF 1.HUKUK DAİRESİ KARARI

SON PAYLAŞILANLAR

Son Paylaşımlar